Vizyon Medya ,HUKUK GÜVENLİĞİ 29/08/2018
“Hukuk Güvenliği” ya da bir başka deyişle “Hukuki Güvenlik” ilkesi; bir ülkede yaşayan her bireyin ve hatta Devletin kendisinin bile en çok ihtiyaç duyduğu, olmazsa olmaz prensiplerden biridir. Hukuk Devleti olabilmenin temelini oluşturan ve aslında Hukuk Devleti olmasalar bile bütün ülkelerin anayasalarında yer alan “Hukuk Güvenliği” ilkesi genel anlamıyla; bir ülkede hukuki belirlilik ve istikrar bulunmasını, hukuk kurallarındaki değişikliklerin bu istikrar ve belirliliği bozmamasını, özellikle kazanılmış hakların ve kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin yasalarla güvence altına alınmasını, bu hak ve hürriyetleri ortadan kaldıracak nitelikte geriye doğru yürüyen kurallar ihdas edilmemesini, bireylerin kendilerini hukuk koruması altında hissedebilmelerini ve hukuk kurallarının vatandaşlarca öngörülebilir olmasını ifade eder.
Bu ilke kişilere kendi hak ve hürriyetlerini nasıl kullanacaklarını yahut devletin zorlayıcı gücünü belli durumlarda nasıl kullanacağını öngörme ve dolayısıyla da kişilere kendi hayatlarını buna göre düzenleme imkânı verir. Eğer bir ülkede hukuk kuralları hukuki istikrarı ve belirginliği ortadan kaldıracak şekilde sürekli değiştiriliyor, yargı kurumlarının yapısı ile oynanıyor, savunma hakkı kısıtlanıyor ve yargının bağımsızlığından endişe ediliyorsa hukuk güvenliği ilkesinin varlığından söz edilmesi çok zordur.
Bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesi, Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınması, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gereklidir. Hukuk güvenliği, kişilerin; can, mal, namus ile din ve vicdan güvenliklerinin hukuk kuralları tarafından korunacağına olan inançtır.
Hukuki Güvenlik prensibinin var olmadığı, var gibi gösterilmesine rağmen gerçekte tam olarak uygulanmadığı toplumlarda sadece bireylerin değil sermayenin de kendisini güvencesiz hissetmesi, dünü-bugünü ve yarını konusunda endişeye kapılması doğaldır. Kanunların herkese eşit ve adil şekilde uygulanmadığı bu tür toplumların oluşturduğu Devletin de “Hukuk Devleti” olarak tanımlanabilmesi mümkün değildir.
Bir çok ülke vatandaşlarının ülkelerini terk ederek başka ülkelere göç etmek istemesi yahut yatırımcıların sermayelerini ve yatırımlarını bir ülkeden başka bir ülkeye taşıyarak artık başka yerde yatırım yapmaya kanalize olması da bu nedenledir.
Dikkat edilecek olursa bazı Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere bir çok ülkede Hukuk Devleti ilkesi ve buna bağlı olarak hukuk güvenliği ilkesi yeterince yerleşmemiş ve içselleştirilmemiş olduğundan dolayı; bu ülkeler ciddi anlamda dışarıya göç vermekte ve önemli sermaye grupları bu ülkelerde yatırım yapmaktan uzak durmaktadır.
Bu itibarla; eğer bir ülkede huzur ve refahın artması isteniyorsa, vatandaşların huzur ve barış içerisinde birlikte yaşayarak, çalışarak ve üreterek toplumsal kalkınmayı gerçekleştirmesi, yerli-yabancı yatırımcıların o ülkede yatırım yaparak istihdama ve vergi gelirlerine katkı koyması amaçlanıyorsa, mutlak surette ilk yapılması gereken; Hukuk devleti ilkesinin ve buna bağlı olan Hukuk Güvenliği ilkesinin gerçekleştirilmesidir. Aksi takdirde; o ülkenin kalkınması, refaha, huzur ve barışa ulaşması mümkün olamayacağı gibi, devletle vatandaş arasındaki güven bağı zedelenirse ortaya çıkacak boşluk savaştan bile daha vahim sonuçlar doğuracak, hiç kimsenin; can, mal, namus ile din ve vicdan emniyeti kalmayacaktır.29/08/2018